Tedavisi bugün için mümkün olmayan bir çok hastalığa sahip insanlar belki gelecekte biyoteknolojinin de katkılarıyla tedavi edilebilecekler. Moleküler biyoloji, genetik, biyokimya hatta makine mühendisliği, elektrik-elektronik mühendisliği gibi alanlardan yararlanan bir bilim dalı olan biyoteknolojiyi DNA üzerinde manipülasyonlar yaparak, DNA’nın var olan özelliklerinden yararlanarak çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılabilecek tıbbi ürünlerin üretilmesi, yeni tür sebze ve meyve üretimi, zararlı genlerin elemine edilmesi, aşı üretimi, yapay organ ve doku üretimi gibi çok sayıda uygulamada görebiliriz. Bunlardan söz ettiğimizde insanoğlunun gelişimi için, daha sağlıklı nesillerin yaşaması için ve insanların yaşam ömrünün uzatılması için biyoteknolojinin getirilerinin oldukça fazla olduğunu görüyoruz. Yeni ilaçlar, yeni aşılar, yapay organ ve dokular, yeni bitkisel, hayvansal gıdalar bu genetiği değiştirilmiş organizmalardan bahsediyorum, genetiği değiştirilmiş çeşitli şartlara göre uyarlanmış organizmalar, belki daha büyük canlılar… Bunların hepsi biyoteknolojinin sonuçları, daha iyi bir dünya daha sağlıklı bir yaşam daha mutlu insanlar…
Yönetmenliğini Ridley Scott’un yaptığı “Coma” isimli bir mini dizi geçenlerde ilgimi çekti. Konusu biyoteknoloji ve insan deneyleri üzerine. Biyoteknoloji alanında yapılan bazı çalışmalar artık son aşamaya geldiğinde gerçekteki yararlarını görmek üzere deneyleri yapılır insanlar üzerinde. Bütün çalışmalar değil ama örneğin insanlar için geliştirilen ilaç ve aşılarda, böyle uygulamalar görmek mümkün. Bu ilaçların insanlar üzerinde denenmesi de bazı yasal prosedürler çerçevesinde gönüllü hastalar ile yapılır. Ancak bazı durumlar olur ki, yasal olmayan prosedürlerle gönüllü veya rızası alınmayan hastalar üzerinde yapılan deneyler oldukça tartışılır bir durumdur – en azından bizim ülkemizde pek değil. Ancak bilim ve teknolojinin ileri olduğu ülkelerde ve bu biyoteknolojinin maddi kazanca dönüştüğü bir sektör olarak yer alan ülkelerde yasal olmayan bir şekilde insanlar üzerinde deneyler yapıldığı “şüphesi” zaman zaman su yüzeyine çıkan ve bazılarında ardında gerçeklerin yattığı görülen durumlar olmaktadır. Coma dizisi de yasal olmayan bir şekilde süren insan deneylerinin ortasında kendini bulan ünlü bir doktorun torunu bir tıp öğrencisinin bu gizli süreci ortaya çıkarmasını konu ediniyor. Susan Wheeler adındaki tıp öğrencisi asistan olarak çalıştığı hastanede beklenmedik ve anlamsız bir şekilde gerçekleşen koma vakaları dikkatini çekiyor ve bu vakalar üzerine gidiyor sebebini anlamak için. Bu pek de kolay değildir, çünkü koma vakalarının sonu büyük maddi kazançlara, insanoğlunun haddinden büyük hırslarına çıkmaktaydı. Sadece hastane içi değil şirket patronlarından polis teşkilatına kadar uzayan büyük bir oyunun içindedir. Bu koma vakalarında basit bir ameliyat olsa dahi ameliyat sırasında oluşan bir sıkıntı ile hasta komaya girmekte. Bunun için de hastane ile anlaşmalı bir Jefferson adında bir merkez, komada olan hastalara bakmaktadır. Bu merkezde ise komaya giren hastalar üzerinde biyoteknolojik deneyler yapılmaktadır başka insanların hastalıklarının tedavisinin sağlanabilmesi için. Normalde yasal prosedürlerde yapılamayacak türden bu deneylerde biyoteknolojik araştırmalar için en uygun durum canlılıktır. Buradaki hasta koma durumundayken aslında hem canlıdır hem ölüdür, yani canlı bir insan üzerinde dilediğiniz deneyleri yapabiliyorsunuz. Tepki vermediği için, herhangi bir sağlık endişesi olmadan, vücudun canlılık faaliyetleri sürerken aynı vücut üzerinde deneyler yapmak hırslara bürünmüş, maddi kazançları yüksek olmasını isteyenler yapar ve bunu dizide görüyorsunuz. Bu tür deneyler biyoteknolojik bir gelişme sağlayabilir tabii; bir hastalığın tamamen ortadan kalkması, hastalıklara dirençli daha güçlü mükemmel insanlardan oluşan üstün varlıklara giden yolda… ama..?
Ne var ki, zorla bu deneylere sokulan hastaların bir hayatı vardır, sevdiği insanlar, gerçekleştirmek istediği hayaller, hedefler, çocukları, aileleri, amaçları vardır… Tüm bunlar bu hikayede kendini bilmezler tarafından önemsenmeden ellerinden alınıyor ve bir deneyin kurbanı olarak hayatları son buluyor, sırf başka insanlar alzheimer hastalığından kurtulsunlar, kanser gibi hastalıklardan ölmesin diye; birilerinin egoları tatmin olsun diye, kişisel hırslarını gerçekleştirebilsinler diye… Coma dizisi bu konuyu çok iyi ele alan, bilimin özellikle de tıbbi uygulamalarda bazı etik sınırlarının olduğunun altını çizen bir yapım. İzlemenizi tavsiye ederim, zaten 4 bölümden oluşan kısa bir dizi.
Yasal olmayan biyoteknolojik deneyler gerçekte olabilir mi? Olursa neden olur? Ne yazık ki dünya üzerinde yaşayan bütün insanlar hayatlarını sadece insani değerler üzerine kurmuyorlar. Maddi kazanç beklentileri, hırsları ya da belki de görünüşte büyük idealleri -kanseri ortadan kaldırmak gibi- olan insanlar girdikleri psikolojik durumun içinden çıkamayarak bu tür beklentileri gerçekleştirmek adına olmadık şeyler yapabilirler. Bazen sıradan insanların banka soygunu yaptığı, katil olduğu ya da beklenmedik suçlar işlediğine şahit oluyoruz. Buna benzer olarak da bir biyoteknoloji şirketinin başında olan insan paraya tutkulu olabilir, bir hastalığı yenen bir ilaç keşfetmek büyük bir servet sahibi olmanızı sağlar. Bir biyoteknoloji şirketinde çalışan bir araştırmacı için böylesine bir hastalığı yenen ilacın keşfinde bulunmak hem para hem ün hem de hırslarının, hayallerinin gerçekleşmiş olması anlamına gelir. Yasal olmayan bir insan deneyinde bulunmaya gönüllü olan hasta da sadece o hastalıktan kurtulmak isteyebilir. Bu ve bunun gibi insanlar, bazen beklenmedik hatalar yapabilirler. Sanırım Küçük İskender söylemiş, “İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir” diye, ve evet, bu söz böylesine insanlık dışı sayılabilecek insanlar üzerindeki biyoteknolojik deneylerin de o hatalardan biri olabileceğine dair güzel bir ifadesi olabilir. Bunlar yine de olasılıkların arasında ancak bugün değilse bile, gelecekte, maddi gücün çok daha önemli hâle geleceği bir dünyada bilim ve teknoloji de oldukça gelişmiş olacak. Diğer taraftan dünyamız iyiden iyiye politikacılar değil şirket sahiplerinin yöneteceği bir hâl alırsa bu olasılıkların gerçekleşmesinden endişe etmemek elde değil.
İnsan üzerinde deneylerin bir de askeri boyutu var ki, çeşitli savaş koşullarına dayanıklı ya da biyolojik olarak desteklenmiş askerlere sahip ülkeler elbette ki daha güçlü, daha büyük söz hakkına sahip olacaklardır. Bunun için de bu tür yollara başvurmak zor olmayabilir. Nitekim Amerika Birleşik Devletleri’nin 1931’den 1997’ye kadar olan yaptığı insanlar üzerindeki deneyler hakkında bir derlemeye şu sayfadan ulaşabilirsiniz:
http://www.yaklasansaat.com/haberdosya/2007_haberleri/h322.htm
Bir gazete küpürü olabilir ama bu konu hakkında farkındalığa sahip olmak hiç olmayacakmış gibi yaşamaktan daha iyidir, kim bilir.
Dizinin ele almadığı genetiği değiştirilmiş gıdalar örneği de bu yazı içerisinde söz etmeliyim. Yıllardır tükettiğiniz gıdanın sırf besin değeri daha yüksek olması için genetiği ile değiştirilmesinden dolayı farkına varmadan tedavisi mümkün olmayan yeni bir hastalığa yakalanma riski karşısında ne yapmanız gerekir? O gıdanın besin değerinin yüksek olmasını siz istemediniz ama hastalığa yakalanan sizsiniz. Bir biyoteknoloji uzmanı değilim ama genetiğin ne kadar büyük bir derya olduğunun da farkındayım. Bu tür gıdalar, bu tür ürünler için yasal prosedürler, etik anlayışından ziyade böylesine bir risk almaya değer mi? Daha yüksek besin değerli, daha verimli ürünler Afrika’daki çocuklar açlıktan ölmesin diye üretilecekmiş. Bu neyin yamasıdır, neyin kılıfıdır… Oradaki çocuklar insanlığa muhtaç, yıllar önce o çocukların atalarını öldüren, sömürenlerin bugün ki torunların adaletine muhtaçlar.
Yine de daha konforlu, yaşam standartları daha yüksek bir hayat istemek hepimizin hakkı. Ancak bu hakka sahip olmak, yoksul insanların evi Afrika’nın zenginliklerinden, hayalleri olan, sevdikleri olan insanların zaaflarından geçmiyor. Başka insanların hakkına riayet etmeden kendi hakkımızı savunamayız. Bu yüzden insanlar üzerinde yapılan deneyler önemli bir konudur, üzerinde durulması da bilhassa bu ülkenin yetiştirdiği biz bilim insanları için de insanımıza karşı sorumluluğumuz olmalıdır. Her neyse diziyi izleyin, nasılsa hayat devam ediyor.
Gökhan Atmaca, MSc. facebook.com/anadoluca | twitter.com/kuarkatmaca