Bugün, Cumhuriyetimizin 90. kuruluş yıl dönümünü kutladık. İstanbul’da Boğaz’daki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları gerçekten etkileyici bir şölen havasına bürünmüştü. Keza bu sabah Ankara’da Atatürk Kültür Merkezi’ndeki geçiş töreni de kutlamaların en güzel örneklerinden biriydi. Bu tür kutlamalar ekonominin ve gücün göstergesi olarak da değerlendirilebilir. Atatürk Kültür Merkezi’ndeki geçiş töreninde Kasırga topçu roketi, Fırtına obüsleri gibi Türkiye’de yapılmış veya Türk mühendisler tarafından geliştirilmiş Türk savunma sanayinin gözdeleri yer alıyordu. Bu belli bir ekonomiye, belli bir bilgi ve teknoloji birikimine ve belli bir sanayiye sahip olunduğunu gösterir. Aynı şekilde bugün İstanbul Boğazı’nda gerçekleştirildiği gibi havai fişek, laser gösterileri de önemli maliyetlerle olur. Bugünün başka bir önemli olayı da asrın projesi olarak lanse ettiğimiz Marmaray’ın açılışıydı. Harcanan paranın 5.5 milyar dolar olduğundan bahsediliyor. Tamamını “biz” yapmasak da, Japonya’dan bir firmanın Türkiye’den bir firmanın işbirliğiyle sadece inşası bile çok zor olan bir proje tamamlandı. Proje sırasında arkeolojik kazı çalışmaları bile başka bir önem arz ederken İstanbul Boğazı gibi ters akıntılarının değişken olduğu bir coğrafik alanda böylesine bir inşanın yapılması mühendislik açısından teknolojik bir hamle veya bir atılım olduğu aşikârdır (Marmaray projesi ile ilintili olarak Google Scholar’da 333 bilimsel makale kaydı bulunması da bilgi ve teknoloji açısından önemli bir parametre olabilir). Toparlayacak olursak, ülkemiz ekonomi, savunma sanayisi, mühendisliği açısından bazı gözle görülebilir ilerlemelerin içerisinde. 29 Ekim 2013’te geldiğimiz noktayı bu ilerlemeler üzerinden düşünebiliriz. Peki, 10 yıl sonrası için ne bekleyebiliriz? 29 Ekim 2023 yani Cumhuriyetimizin 100. yılında neler olabilir? Özellikle de Türk bilimi açısından…
Son 10 yılda ilk ve orta eğitim kurumları ile ilgili Eğitime %100 destek kampanyası çerçevesinde binlerce yeni okul yapıldı, bu okulların birçoğuna bilgisayar laboratuvarlarının kurulduğunu hatırlıyoruz. Önemli bir hamleydi, hâlâ bu projenin devam ettiğini internetteki aramalarım sonucu gördüm. 2008 yılında, her ile bir üniversite düşecek şekilde yeni üniversitelerin kurulduğunu da hatırlıyoruz ve wikipedia’ya göre ülkemizdeki üniversite sayısı şu an 179’u bulmaktadır. Bu üniversitelerden 69’u da vakıf üniversitesiymiş. Yeni çıkartılan yasalarla da vakıf üniversitelerin önü iyice açılmış durumda. Araştırma merkezlerimize gelince, onların da sayısında belirgin bir artış olduğunu görüyoruz. Size bu konuda tam olarak bir sayı veremem ama Devlet Planlama Teşkilatı tarafından desteklenen üniversite ve kamu araştırma merkezlerinin 2010 yılındaki bir rapora göre sayısının 74 olduğunu söyleyebilirim. Bu araştırma merkezlerinin çoğu son 10 yılda faaliyete başlamış. Bunların dışında bazı araştırma laboratuvarlarının da olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca bazı büyük şirketlerin araştırma-geliştirme birimleri olduğunu bunların arasında ASELSAN, ROKETSAN gibi savunma sanayi ağırlıklı şirketlerden boya, otomotiv, elektronik gibi farklı sanayi alanlarına kadar şirketleri sayabiliriz. Şirketler denildiğinde, üniversitelerin yanında kurulan teknokentleri de unutmamalıyız. Ülkemizde 2003 yılından beri 39 teknokent ya da başka bir deyişle Teknoloji Geliştirme Bölgeleri kurulmuş. Bu teknokentlerde ise şimdiye kadar 10 binin üzerinde proje tamamlanmış görülüyor. Ayrıca, 2002 yılında TÜBİTAK’ın bütçesi 390 bin dolar iken 2011 yılında 1 milyar 525 milyon dolara ulaşmış. Bilim ve Teknoloji bakanlığının kurulması, sonra Sanayi bakanlığı ile birleştirilmesi ardından da bu bakanlığın çeşitli teşviklerinin olması gibi bazı gelişmeler olmuş. İyi ya da kötü yönde sonuçları olan çok daha fazla gelişmeden söz edilebilir. Ancak bu söylediklerimizi ve söylemediklerimizi geride bırakarak takvim yaprakları 29 Ekim 2013’ü gösterirken Türk bilimi hakkında olumlu şeyler söyleyebilir miyiz? Son on yılda intihal yapan hocalarımızın makalelerin geri çekildiğine de önemli işler yapan hocalarımızın ise önemli ödülleri ülkemiz adına aldıklarına da şahit olduk. Türk biliminin başarılarının sayısının az olduğunu ve fizik, kimya, biyoloji, matematik gibi temel bilimlerde çekilen sıkıntıların çok büyük olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Şu bahsettiğimiz teşvikler olsun, bilim ya da teknolojinin gelişmesine ayrılan bütçenin artsa bile yetersiz olduğunu da kesinlikle söyleyebiliriz. Temel bilimlerde yüksek lisans, doktora öğrencileri için burs olanaklarının çok az olduğunu ve bu öğrenciler için neredeyse hiçbir kolaylığın sağlanmadığını da söyleyebiliriz. Tüm bu sıkıntıların akademik camiada yüksek sesle bile konuşulmadığını söyleyebiliriz. Üniversitelerimizdeki lisans bölümlerinin ders içeriklerinin çağı yakalayamadığını açıkça belirtebiliriz – bazı az sayıdaki üniversitelerin bölümleri hariç. TÜBİTAK’taki bütçe artışına karşın bütçede kullanılmayan paranın da arttığını biliyoruz. Dolayısıyla bu bütçenin kullanılabileceği ya projeler üretilmiyor ya da üretilen projeler desteklenmiyor gibi bir ikilemde kendimizi bulduğumuzu da gözden kaçırmıyoruz. Dolayısıyla son yıllarda yapılan duble yollar kadar, havalimanları vb yapılar kadar okullar, üniversiteler, araştırma merkezleri yapıldığı söylenebilir. Yani altyapıya belirli bir yatırım yapıldı, hatta bazı savunma sanayii dışında bile olsa mühendislik projelerine de büyük destekler sağlandı. Ancak altyapıya yapılan yatırım yeterli olur mu? Binalar inşa etmek, yurt dışından deney aletleri satın almak bilimin ve teknolojinin gerçekte gelişmesi için yeterli mi? Türk biliminin gelişmesi sadece teknoloji üzerine mi odaklı olmalı? Yeni şirketlerin açılması, yeni teknokentlerin kurulması, teşviklerin artması sadece bilginin ürüne, hizmete, teknolojiye dönüşmesinde önemlidir. Oysa bizde bilginin üretilmesine yönelik çok az sayıda yatırımın olduğunu görüyoruz. Ve yine oysa, yatırımın en büyüğü insana olan yatırımdı. Görünen o ki, son on yılda insana, bilim insanına olan yatırımda ülkemiz zayıf kalmış. Bunu sadece ülkeyi yönetenler için de söylemiyorum ama bu gerçek.
Son on yılın Türk bilimi açısından şu an hâlihazırda aklıma gelenler bunlar. Ya 29 Ekim 2023’te Türk bilimi? Nasıl olacak ya da nasıl olmalı? Çok kısa bir şekilde olması yönünde düşündüğüm birkaç şeyi sizlerle paylaşacağım.
Detaylı sayılabilecek bir Vizyon 2023 programı hazırlandığını biliyoruz. Eğitim, çevre, enerji, kimya, sağlık, savunma, bilgi teknolojileri gibi geniş ama yine de eksik bir yelpazede konu başlıkları altında yapılması gerekenleri ve bunların nasıl yapılabileceği rapor edilmiş. Bu rapor üzerinden ülkemizin gelecek 10 yılı için bazı planlamalar yapılıyor. En bilinen ve ilgi çekici olanları ise uzay üzerine. 29 Ekim 2023’te uzaya kendi uydumuzu kendi roketimizle yahut kendi fırlatma rampamızdan gönderme gibi bazı söylemler mevcut. Bu söylem bile aslında bize bazı şeyleri çağrıştırıyor: yine bilgiden ziyade teknolojiye dayalı bir kalkınma planı.
Gelecek on yılda Türk bilimi adına, teknolojiden önce bilgi üretmenin daha önemli olduğunun ülkeyi yönetenler, devletin birimlerini yönetenler, ülkedeki bilim ve teknolojiye yön verenler açısından kavranmasının, anlaşılmasının en önemli değişim olarak nitelenebileceğini düşünüyorum. Bu değişimi yaşamalıyız, eğer yaşamazsak teknolojiyi sadece transfer eden bir ülke durumundan çıkmış olamayız. Çünkü önce bilgi üretilir ve bu bilgi teknolojiye dönüşür, hizmet ya da ürün olarak bundan maddi bir katkı beklenir. Bir de bazı bilgiler vardır ki, bu bilgileri bugün için veya yarın için teknolojik anlamda bir sonucunun olmayacağı da kavranmalıdır. Bilim sadece teknolojiden ibaret değildir ama ne yazık ki sadece bizim ülkemizde değil dünyada da bilimin sadece teknolojiye dönüştüğü algısı hâkim.
Yüksek lisans ve doktora öğrencilerine yönelik iyileştirmeler yapılması Türk biliminin ilerlemesini ciddi anlamda etkileyecektir. Burs olanaklarının artması, TÜBİTAK ya da üniversiteler tarafından desteklenen projelerin sayısının artması yüksek lisans, doktora araştırmalarını sürdüren öğrencilerin başka işlerde çalışmalarının önüne geçerek daha verimli bir şekilde araştırmalarına odaklanmaları sağlanabilir.
29 Ekim 2023’e kadar araştırma merkezlerimizde, laboratuvarlarımızda kullandığımız deney cihazlarından en azından bir bölümünü kendi ülkemizde üretebilir hâle gelmemiz de gerekiyor. Bunun göz ardı edilmemesi gerekir. Çünkü yurt dışından satın alınan bu araçlar milyon dolarlarla ifade edilen rakamlarda ülkemize getiriliyor, gerektiğinde teknik servis için de bir hayli para ödeniyor. Oysa kendi ülkemizde ürettiğimiz deney aletleri ile kendi bilimimizi yapmak çok daha uygun maliyete gelecek ve böylece bu tür pahalı deney aletlerine sahip hocalarımızın, araştırma gruplarımızın sayısı çok daha fazla artacaktır.
Önümüzdeki on yıl içinde olması mümkün değil ama üniversiteleri yönetenlerin akademisyenler değil de bir üniversiteyi yönetmek, idare etmek için eğitimini almış yöneticilere ihtiyacımız var. Hatta bu sadece Türk bilimi için değil, diğer ülkeler için de geçerli. Çünkü yıllarca akademik olarak kendini geliştirmiş bir birey ile sadece yönetici, bir üniversiteyi planlı bir şekilde büyütmeyi ve bu büyümeyi her bir bölüme adaletli bir şekilde sağlamayı profesyonel olarak iş edinmiş yöneticiler daha farklı ve aslında o istediğimiz, aradığımız üniversitelerin kapısını arayabilir.
Daha çok şey söylenebilir, söyleyeceğiz de. 29 Ekim 2023’te daha güzel bir Türkiye için, insanlığa daha fazla fayda sağlamış bir ülke için Türk biliminin de gelişmesine önem verilmesi gerektiği ortada. Bunun için birkaç beklentimi ve önerimi sundum. Umarım okuyucularımızın katkılarıyla farklı önerilerin, farklı çözüm yollarının olduğu yeni fikirleri buradan duyurabiliriz. Yazımızın sonuna gelerek Cumhuriyet bayramınızı kutluyorum. Ayrıca topluluğumuz Kuark Bilim Topluluğu’nun da bugün 10. kuruluş yıl dönümü olduğunu hatırlatmak istiyorum. Daha nice senelere inşallah. Görüşmek üzere…
Gökhan Atmaca, MSc. twitter.com/kuarkatmaca