18 Kasım 2015’te ABD Kongresi’nden 2015 Uzay Yasası geçtiğinde aslında kozmik sonuçları olan bir olay gerçekleşmişti. Bu yasa mevzuatı ABD’li uzay firmalarına bazı haklar veriyor. Bu haklar gereğince bu firmalar asteroidleri içeren uzaydaki gök cisimlerinden kazıp çıkardıkları doğal kaynakları satabilirler.
Her ne kadar bu yasa ABD başkanı Obama’nın imzasını beklese de, bu evrenin mülkiyeti üzerine olan ideolojik savaşta ateş edilmiş en önemli salvo zaten. Bu yasa tüm evrende hâlihazırda uygulanan uluslararası teamül hukuku ve çok sayıda geçerli anlaşmaya karşı hayata geçirilmek üzere.
Aslında bu yeni yasa Vahşi Batı’nın “ilk davranan kazanır” mottosunun klasik bir yorumundan başka bir şey değildir. Diğer taraftan bu yasa ile özel sektöre sekiz yıllık bir dönem boyunca herhangi bir gözetim olmadan uzay yenilikleri yapmak için izin de veriliyor. Ayrıca uzay uçuşu gerçekleştiren şirketleri olası bir finansal iflastan da koruyacak. Elbette, bu yasa ile biz özel şirketlerin yatırım planları arasına asteroid madenciliğini almakla işe başlayacaklarını göreceğiz.
ABD Uzay Yasası’nı savunanlar bu yasanın uzay uçuşlarında özel sektörün ABD hükümetinin ağır düzenlemelerinden kurtulduğunu öne sürüyorlar. Yanlış tanı ise burada başlıyor. Uzay keşifleri evrensel bir faaliyettir ve bu nedenle uluslararası düzenlemeler gerektirmektedir.
Bu yasa dış uzayın ve gök cisimlerinin bilimsel keşif hakkı ve dış-uzay kaynaklarının tek taraflı ve aşırı ticari olarak sömürülmesinin engellenmesi gibi iki ilkeye dayanan uzay hukukunun artık yerleşmiş ilkeleri üzerine yapılan bir saldırıyı temsil etmektedir. Bu ilkeler 1967 Dış Uzay Antlaşması ve 1979 Ay Antlaşması’nın dahil olduğu anlaşmaların hükümlerinde yer almaktadır.
ABD Bilim, Uzay ve Teknoloji Temsilciler Meclisi Komitesi bu yasadaki herhangi bir şeyin ABD’nin uluslararası yükümlülüklerini ihlal ettiğini reddediyor. Gökcisimlerinden kaynakların çıkarılması ve kullanılması hakkı böylelikle bir devlet uygulaması ile birilerine veriliyor.
En önemlisi, bu yasanın uygulanmasında uluslararası hukuka yönelik özel bir referans da yoktur. ABD’nin mevzuat ve politika ifadelerine basitçe dayanarak bu planları haklı göstermeye çalışmak açıkça yetersizdir.
Peki, nasıl sorunlar oluşabilir? Biz dış uzaya erişimi olan devletler listesinin uzayacağını kabul edebiliriz. Bu devletler kısa bir sürede kendi madencilik programları ile bu yasaya yanıt verebilirler de. Bu şu anlama gelir, doğduğumuz kendi Dünyamızdan doğanın hiç bozulmamış bir yeri olan dış uzayı sonsuza kadar geri döndürülemez bir şekilde değiştirebiliriz. Benzer olarak, eğer biz Dünya’dan getirdiğimiz mikroplarla bu gök cisimlerini kirletmeye başlarsak oralarda uzaylı yaşamı bulma şansımızı mahvedebiliriz.
Uzayda mineral madenciliği ayrıca Dünya etrafındaki çevreye de zarar verebilir. Eninde sonunda bu girişim doğal kaynaklar üzerinde çatışmaya neden olacak. Henüz dış uzayda değilsek de, uzay madenciliğine yönelik gelişmeler on yıl içinde başlayabilir.
Sonuçta, ABD planları uzay hukukunun var olan kuralları ışığında anlaşılmalıdır. Para uzayda kirli bir kelime değildir. 2013 yılında uydu haberleşme endüstrisinin toplam değeri 195 milyar dolardan fazlaydı. Serbest pazar ilkeleri de Uluslararası Uzay İstasyonu çalışmaları için de geçerlidir. Yani, asıl meseleye dönelim.
Günümüz şirketleri uzay turizmi ve bilimsel eğitimi içeren çok sayıda yolla dış uzaydan yararlanabilirler. Şirketler ayrıca belirli kaynakları çıkarmak için izinli de olabilirler. Ama ABD’nin de imza attığı 1967 Dış Uzay Antlaşması’nın ilk hükmü böyle bir keşfin ve kullanımının tüm ülkelerin çıkarına ve yararına olması gerektiğini söyler. Bu böylece kar amaçlı uzay madenciliği ile elde edilen minerallerin satışını engeller. Bu antlaşma ayrıca “dış uzayın tüm insanlığın bir ili ve devletlerin uzayın zararlı kirlenmeden kaçınması gerektiğini” belirtiyor.
Bu arada, 1979 Ay Antlaşması dış uzayda uluslararası bir yönetim şekli olana dek gezegenler ve asteroidler üzerinde ticari madenciliğin devletler tarafından yapılmasını yasaklamıştır. ABD bunu imzaladığını kabul etmese de, bu yasa uluslararası teamül hukuku bazında bağlayıcıdır.
Amerikan şirketlerinin yalnızca iç hukuk yasalarına dayanarak büyük çevresel risklere rağmen uzaydaki mineral kaynaklarını sömürebileceği düşüncesi gerçekten arsız açgözlülük olur.
Bu makale TheConversation’da İngiltere’deki Kent Üniversitesi Uluslararası Ticari Hukuk Bölümü’nde öğretim üyesi olan Gbenga Oduntan tarafından yayınlanan “Who owns space? US asteroid-mining act is dangerous and potentially illegal” başlıklı makale baz alınarak hazırlanmıştır.
Gökhan Atmaca, MSc.
Takip: twitter.com/kuarkatmaca
İletişim: facebook.com/anadoluca