Marslı filmine ait ilk fragman yayınlandığında 10 Haziran 2015’te KBT Bilim Sitesi’nde duyurusunu yapmıştım. Artık gün geldi, 2 Ekim 2015’te ülkemizde vizyona girdi. Açıkçası merakla beklediğime değmiş bir iş çıkmış. Şimdiye kadar izlediğimiz uzay konulu filmler arasında hangisi daha gerçekçi, hangisi gerçekten yaşanabilir derseniz, kesinlikle bu filmin hikayesi. Hani, gazetelerde veya haber sitelerinde haber okurken bir başlık gözünüze ilişir: “Filmdi, gerçek oldu”. İşte böyle bir hikayeye sahip Marslı filmi. Üstelik Matt Damon gibi usta bir oyuncu ve Ridley Scott gibi bir imzayı da üzerinde taşıyor bu film.
İnsanoğlunun uçsuz bucaksız evren boşluğundaki arayışı ve keşfetme arzusu elbette ki yakın yaşanabilir, üzerinde adım atılabilir bir gezegenle devam etmelidir. Bu durumda en iyi seçenek muhtemelen Mars olacaktır ki, başta ABD olmak üzere Çin, Rusya ve hatta Hindistan gibi bazı ülkelerin bu gezegene yönelik keşif programları ya da planları mevcut. Böylesine bir gerçeklikte, ABD’nin NASA eliyle 2035’li yıllarda ilk insanlı uçuşu gerçekleştirip Mars’a ilk ayak izinin bırakacağı öngörülebilir. Bu film de tam bu noktaya parmak basıyor.
Bu yolculuklardan birinde, bir astronot geride kalsaydı ne olurdu? Bu astronot ıssız bir adada Robinson Crusoe misali nasıl hayatta kalabilirdi? Üstelik Crusoe’den farklı olarak, hayatta kalmak için oksijen ve su gereksinimlerini de karşılamak zorunda çünkü oksijen fakiri bir gezegende tek başına! Marslı filminin vizyonu öncesi NASA’nın biraz gecikmiş olan Mars üzerinde suyun bulunduğuna dair basın toplantısındaki gerçek bu durumu değiştirmese de, filmin hikayesine göre Mars’ta geriye kalan astronot Mark Watney’in işi Robinson Crusoe’e göre elbette ki daha zor. Bu zorluğu filmin her dakikasında izleyici görebiliyor. Tüm bunlar yaşanabilir diyorsunuz, yiyeceğiniz bitebilir, suyunuz tükenebilir ya da oksijensizlikten boğulup gidebilirsiniz koskoca bir kaya yığını üzerinde kimsenin sizden haberi bile olmadan. Bu duyguyu hissedebiliyorsunuz. Mark Watney Mars’ta kalırken, Ares III ekibi bir fırtınanın içinde kalır ve acil çıkış işlemleri uygulanır. Fırtına sırasında Mark Watney’e çarpan bir ekipman parçası yüzünden ekipten uzağa sürüklenir, üstelik uzay elbisesinin yırtıldığı sinyali komuta merkezine ulaşır. Bu nedenle, Ares III ekibi onu bırakarak Mars’tan ayrılmak zorunda kalırlar. Mars’tan Dünya’ya dönmekte olan bu ekip için, NASA için, ailesi için ve Dünya için artık astronot Mark Watney ölüdür. Fırtına dindikten sonra kendine gelen Watney, yaralarını temizlemekle ve Dünya ile irtibat kurmakla uğraşır. Ancak anten vericisi bozulmuştur. Geçen süre zarfında pes etmez ve botanik bilimcisi olmanın da avantajıyla Mars’taki astronotların yaşam alanı içerisinde yiyecek olarak patates yetiştirmeye başlar. Amaç en azından bir sonraki göreve kadar hayatta kalabilmektir.
Filmin hikayesinin bundan sonrasını filmi izleyerek mutlaka görmelisiniz.
Marslı filmi ayrıca biz bilimseverler için oldukça güzel işlenmiş. NASA’da, astronotlar arasında ya da fizikçiler arasında dönen muhabbetler gerçekten keyifliydi. Sanki ayrı bir dil var Dünya’da ve bu dili sadece biz bilimseverler konuşuyoruz gibiydi, gerçekten güzel sahnelerdi. Üstelik Jeff Daniels tam olarak üzerine oturan bir karakteri oynuyordu – elbette NASA direktörü idi. İlgimi çeken başka bir şey ise filmde gösterilen teknolojiler. Hiçbiri abartılı değildi. Mark Watney’in sürekli üzerinde gördüğümüz uzay elbisesi bugün NASA’nın Mars görevleri için geliştirdiği uzay elbiselerine oldukça benziyor. Bu durum hatta NASA’nın twitter sayfasından bile paylaşıldı. Oksijen üretme meselesi, astronotların yaşam alanı, atıkların depolanması Uluslararası Uzay İstasyonu’nda gördüklerimizden pek de farklı değillerdi. Bu film sanki, insanları yıllar sonra gerçekleştirilecek bir Mars görevine hazırlıyor. Yani detaylar güzel düşünülmüş ve iyi sunulmuş.
Ayrıca kesinlikle şunu söylemeliyim, NASA Marslı filmine ciddi şekilde dikkat çekti ve oldukça iyi bir şekilde destek verdi. Birkaç yıldır Mars üzerindeki suyun varlığı konusu epeyce bilinmeye ve kabul edilmeye başlanmasına rağmen tam da Marslı filminin vizyona gireceği hafta bu konuyu bir basın toplantısı ile duyurması da bu desteğin bir parçası. Marslı filmi de aslında kendisi için aynı etkiye sahip. Halka – elbette ki ABD halkına- bir şeyler yaptığını, yapmaya çalıştığını göstermek istiyor! NASA’nın da reklama ihtiyacı var. Çok yüksek bütçeye sahip bir kurum olsa da, uzay programlarının bütçesini karşılamak pek kolay değil. ABD halkının vergilerinden daha fazla pay almak için Hollywood bulunmaz bir nimet.
Ve bakıyorsunuz, ABD gençliği bir açıdan şanslı. Ülkesinin azimli gençler için sunacağı bir gelecek var. Mars’a gidebiliriz, Güneş Sistemi’nin en dış sınırlarına uzay araçları gönderebilir ve evreni keşfedebiliriz. Geçtiğimiz yaz, ABD başkanı Barack Obama resmi twitter hesabında Yeni Ufuklar uzay aracı için yazdığı mesajı hatırlıyor musunuz? “Yeni Ufuklar Plüton’un ilk ziyaretçisi oldu. NASA’ya teşekkürler. Keşif ve Amerikan liderliği için bugün harika bir gün.” Dolayısıyla halkına ve Dünya’ya karşı Plüton’u ilk keşfeden biz olduk nidasını atıyordu. Bu tür keşifler, bu tür ilkleri yapabilme başarısını göstermek genç kuşağa daha iyisini yapabileceği düşüncesini aşılamak için yeterlidir. Bizim gibi ülkelerin gençlerindeki motivasyon eksikliğinin en büyük nedenlerinden biri yakın geçmişlerinde böyle başarıların olmamasıdır. Üstüne üstlük bu başarılara yakın bir gelecekte de ulaşılamayacağı düşüncesi de bu motivasyon eksikliğine eklenebilir. Fizik bölümünde, mühendislik bölümlerinde okuyan bir öğrenci öğrendiklerini uygulayamayacaksa nasıl motivasyon sağlayabilir kendine? Uzayın keşfinde şimdiye kadar seyirci olduk, gün gelecek Mars yolculukları gerçekleştiğinde yine seyirci olmaya mı devam edeceğiz? Bu döngüyü ne yazık ki kendi ülkemizin imkanlarıyla kıramasak bile bireysel çabalarımızla kırmak mümkün. Bugün NASA’da çalışan çok sayıda Türk var ve giderek sayımız artıyor. Bu araştırmacılardan biri de astrofizikçi Dr. Umut Yıldız. Geçtiğimiz ay twitter üzerinden çok güzel bir etkinliğe imza attı – #HayallerinizinMektubu etkinliği. İnsanların bilhassa NASA ve uzay ile ilgili hayallerini paylaşmasını sağladı. Hayaller kurulmazsa, hakkında konuşulmazsa nasıl gerçekleşecekti, öyle değil mi? Umut hoca, tam da bunu yaptı, saklı kalan hayalleri açığa çıkardı ve hatta bazılarının gerçekleşmesine imkân oluşturdu. Hayallerini paylaşan gençlerden bazıları, hayallerini gerçekleştirme yolunda NASA’da çalışan Türk araştırmacılardan tavsiyeler alıyor, onların tecrübelerinden yararlanmaya çalışıyorlar. Çünkü bugünün gençleri yarının uzay misyonlarının bir parçası olabilirler.
Marslı filminin gençlere ilham verme amacı taşıdığını başka bir ayrıntı ile de örnekleyebilirim. Filmi izleyenler, Mark Watney’in Jet İtki Laboratuvarı’nın nasıl kurulduğunu özetleyen bir sözü vardı, hatırlayacaklardır: Birkaç üniversite öğrencisi amatör olarak roket yapımı ile uğraşırlar. Ancak bu uğraşlar yüzünden kampüste bir gün beklenmeyen bir patlama olur, bu patlama üzerine o öğrenciler ceza ya da herhangi bir şey almazlar. Üstüne üstlük, bu öğrenci grubunun günümüz Jet İtki Laboratuvarı’nın kurulu olduğu yere zamanında taşınmaları sağlanır ve orada deneylerine devam ederler. Yaklaşık 15 yıl içinde bu genç üniversite öğrencileri sayesinde Jet İtki Laboratuvarı aslında NASA kurulmuş olur. Ve bu gerçek bir olaydır, NASA’nın Jet İtki Laboratuvarı’nın web sitesindeki tarihçe bölümünü ziyaret edin, göreceksiniz.
Bu arada Marslı filmi için Umut hocanın da bir değerlendirmesi mevcut, film içinde yer alan teknolojiler hakkında biraz detaylı bilgiler vermiş – okumalısınız.
Son olarak Marslıyı izlemeyi düşünenler için fragman:
Gökhan Atmaca, Bilim Uzmanı (MSc.)
Takip: twitter.com/kuarkatmaca
İletişim: facebook.com/anadoluca